18 Mayıs 2022 Çarşamba

Sorgu Seansları 2

 Hatalardan bahsetmiştim daha önce, şimdi ise pişmanlıklar üzerine konuşmak istiyorum müsadenizle..

Çağlar’ın avuçlarının içerisinde ovuşturduğu başı değil içerisine düştüğü düşünceleri ve pişmanlıklarıydı. Yüz kişilik sessizlik yerini iki kişinin umutsuzluklarına bırakmış, bildiğimiz doğruların sorgularına dönüşmüştü.

Ve yalnızlık iki kişinin içerisinde bulunduğu çoğul bir kavram gibi görünürken, tekil bir hissiyattan ibaretti o gece o evde.


Düşmenin de dibin de sonu yoktu, daha ne olabilir sorusunun cevabı daima kaderin bize bir sonraki oynayacağı oyunda gizliydi. Nereden bilebilirdik, acılara sırtımızı dönerken sokak lambalarını sayacağımızı. Geçti sanarken kendimizi aldatacağımızı, hangi kavrama tutunmaya çalışsak kırılacağını.


Çağlar anlatmaya başladı sigara dumanı odayı kasvete boyarken, bir yalan bir yalanı nasıl doğurabilirdi o gece bunun üzerine makaleler yazıldı. Vicdanın tarumar edilişinden bahsederken, şikayet ettiğimiz her şeye özlem duyacağımızı da öğrenecektik. Şeffaflık ancak insanların bize şeffaf olduğu orantıda rahatsız etmeyecekti bizi ve bir insanın bir yanlışı bütün doğruları sorgulatacaktı.


Duygular elimizde olmayan söz geçirmekten aciz olduğumuz kavramlarken, kontrol altında tutmaya çalışmanın bazı zamanlar inciteceği gibi bazı zamanlar bizi kurtaracak bir yöntem olduğundan dem vurdu. Yanlışlar hep istilacıydı, doğrular ise uzaklardan el sallayan saçları fönlü bir kadındı daima inandığımız, inanmak istediğimiz. Titreyen elleri, dolmuş gözleri aslında bu sevdanın bir manifestosu niteliği taşırken duygularını ipoteklediği kişinin aciz yalanlarının can bulmuş haliydi.


Pişmanlıklar bize hayatın öğretileri miydi yoksa önceki hayatımızdan kalan sınavların bir bütünlemesi mi?


Sözcükler ağzından dökülürken, “Bazen hiç başlamaması bir gün bitmesinden iyidir” dedi ve ekledi “Kelimeler, cümleler bizim anlattığımız kadar değil, insanların bizi ne kadar anladığıyla ölçülebilir” dedi. Doğru, buraya yazdığım satırlar, cümleler sizin ne kadar anlamak isteğinizle doğru orantılıydı. İnsan bu kadar komplike bir yapıya sahipken, salt güvenin pişmanlıklara ve hayal kırıklıklarına gebe olduğunu gerçekler soğuk duş etkisi yaptığında anlıyorduk. Fiziksel acılarımızı, duygusal enkazlarımızla perdelerken birtakım duygularımıza mezar kazdığımızı unutarak yaşıyorduk. Pişmanlıklar, alnımıza yapılmış bir dövme gibi her aynaya baktığımızda karşımıza çıkıyordu. Altında ezilirken duygularımızın, söylediğimiz yalanlarla başkalarının da sınavlarına kendimizi dahil ediyorduk. Her şeye işaretmişçesine anlamlar yüklerken, kendi anlamımızı kaybediyorduk. Tanımıyorduk kendimizi bile, sınırlarımızı daima hayatımıza aldığımız insanlar belirliyor ve öğreniyorduk dürüstlüğün herkes için aynı anlamlar ifade etmediğini.


İçimiz bir mezarlıktı, gömdüğümüz duygular dirilmiyor fakat pişmanlık ve asla ile kurulan cümleler hayatımızın sonuna kadar kalıyordu. Yitip giden duygularımızla  temas kuracağımız tek nokta ise makberdi. Çalan bir telefonda, ağlayan bir çift gözde anlıyordu ödün verdiğimizi olduğumuz kişiden. Topluma ve şahıslara entegre olmuş kavramlardam ders çıkarttığımız noktaları kutsallaştırarak adım adım pişmanlıklara gebe kalırken, hayatımızdan çalıyorduk.

Kürtajla duygularımızı öldüremezken, içimizde biriken pişmanlıklar adım adım bizi bu hayattan soyutluyordu. Ölüm fiziksel olmadığı müddetçe ciddiye alınmazken, yaşayan ölülerle hayatımıza devam ediyorduk.


Cümlelerime Murat Menteş’in söylediği bir söz ile veda ediyorum, kim bilir kaç sene sonra tekrar satırlarda, acılarda bir araya geliriz bilmiyorum.


“Yitip gitmek istiyorum. Aklımı kaçırdığımı düşünebilirsiniz. Bir insan acıdan delirdiğinde, diğerleri onun acısını değil, deliliğini görürler. Zehirli bir sarhoşluk içinde çile dolduruyorum.”


Anıl Sungurtaş

18.05.2022






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder